Zindan İki Hece [Sinop Cezaevi]

Sinop Cezaevi en azılı mahkûmların bile rüyalarına giren bir kâbus. Burada ağalık yapamazsın, çete kuramazsın. Kuş olsan kaçamazsın sonra...

Git ve gel… Yüz adım… Bin yıllık konak Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

 

ADI YETER

Sinop Cezaevi en azılı mahkûmların bile rüyalarına giren bir kâbus. Burada ağalık yapamazsın, çete kuramazsın. Kuş olsan kaçamazsın sonra…

 

YAŞAYAN BİLİR

Cezaevini turist gibi gezip dolaşanlar ne anlıyor bilemiyoruz ama bir gece içeride sabahlayacak olsanız, gardiyanlar nefes aldırmasa…

 

ALKATRAZ NE Kİ?

 

Sinop Cezaevi belki 40 asırlık bir mekân. Duvarlarında Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve TC izleri dipdiri duruyor hâlâ. Evliya Çelebi de seyahatnamesinde zikrolunan zindandan bahs açar: “300 demir kapısı olan büyük ve korkunç bir hisardır. Kolları parmaklıklara bağlı nice azılı mahkum vardır ki her bıyığına 10 adam asarlar. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır, kuş uçurtmazlar.” İç kale, Mutasarrıf Veysel Paşa devrinde “resmen” mahpushane yapılır. Kırım Hanı Devlet Giray, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ruhi Su, Burhan Felek, Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek gibi ünlüler yatar.

 

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

 

Sinop, Karadeniz’in az bozulmuş vilayetlerinden biri; yaylalar, konaklar, ormanlar, kumsallar… Kendine has ekmeği, simidi, helvası, nokulu (çöreği), cevizli mantısı, kuyu kebabı var. Balık desen istemediğin kadar, o güzelim kalkanlar, barbunlar…

Zaten balık sürüleri Karadeniz’i gezip dolaşıyor, burayı mekân tutuyorlar.

Artık uzak da sayılmaz, havaalanı neredeyse şehrin içinde, ulaşım kolay. Kaldı ki THY yükselen kalitesi ile aldığı parayı son kuruşuna kadar hak ediyor.

Mahalli rehberlerin heyecanlı tasvirlerini dinlerken kendimi bir tatilci yerine koyuyorum… Sahi, sırf balık yemek için Sinop’a gider miyim? Sanmam. İstanbul’da o işi yapan bir Sinoplu bulurum icabında…

Peki yeşil seyretmek için? I ıh. Belgrat Ormanları hemen şuracıkta.

Ya sazlık, şelale, kumsal? Bütün bunların alternatifleri var.

Ayancık bezini, minyatür takayı Kapalıçarşı’da da bulurum pekâlâ…

 

MERAKLISINA

Sinop’u farklı kılan üç beş şey görüyorum. Bir kere burası (Konya, Kayseri, Sivas kadar olmasa da) bir Selçuklu şehri… Alaaddin Camii ve Pervane Medreseleri merâkımı çekerdi meselâ… Şehitler Çeşmesi’nin hazin hikayesi geçilesi değil sonra. Şehre hakim bir tepede medfun bulunan Seyyid Bilal Hazretleri Anadolu’da yatan Ehl-i Beytin ilklerinden… Haza şehit, çok içli bir menkıbesi var. Mahmud Kefevi hazretleri ona keza.

Bana sorarsanız Sinop Cezaevi de zayi oluyor. Evet gezilebilmesi güzel ancak idarecilerin yerinde olsam binalardan birini otel yapar, sıra dışı zenginleri ağırlardım burada… Şöyle ki: Ege’de birkaç uyanık otelci, turistlerin pamuk toplayanlarla fazlaca ilgilendiklerini keşfetmiş. Sormuşlar: “Leydiiiz end centilmıns! Pamuk toplamak ister misiniz?”

-İsteriiiz!

-Öyleyse giyin şalvarları, sıkın tülbentleri, buyrun tarlaya!

Alıp bir ırgat başının emrine sunmuşlar. Adam gözlerinin yaşına bakmamış “hade bakem” demiş “gımıldan gali, iş yapcez burda!”

Tayın çıkılarında, çökelekli katmer, ekşi ayran, domat, biber, taze soğan… Ara öğün için bir salkım üzüm, üç beş bardacık (incir) tamam.

Bedava amele tepe tepe kullan. Üstüne üstlük animasyon için ellişer yüzer dolarlarını almışlar… Çalışan da mutlu çalıştıran da… Ohh keyfler keka…

Kapadokyalılar ise turistlere halı dokutturuyor, desti yaptırıyor. Kendi elleri değdi ya fiyatı gözleri görmüyor.

Gelelim Sinop Cezaevi’ne… Efendim müşteri biraz radikal hatta mazoşist olacak, “tam pansiyon” eziyet satın alacak. Falaka, filistin askısı, domuz bağı, hepsi içinde.

Misafirimiz girerken gerekli kağıtları imzalayacak, başına gelebilecekleri peşinen kabul edecek, sonradan mızmızlanmak yok, neticesine katlanacak.

ÖT ULEYN! İTİRAF ET!

Beyfendi ücretini ödeyip turnikeyi döndüğü anda kendini bir karakolda bulacak. Bir bakacak ampul altında, bizzat emekli bir emniyetçimiz tarafından ifadesi alınmakta. Hortum, zincir, sopa ne çıkarsa bahtına. Sonra gardiyanlar koluna girecek, dehlizler, koridorlar… Gel de tırsma.

Derken savcı karşısına çıkarılacak, isnat edilen suçu inkar edecek, belki de “Ben hakimim masum bey” diye saçmalayacak.

Sonra ite kaka bir berberin önüne oturtulacak. O sıra usta ustura bileyliyor olacak. Önlüğü kan içinde, yerde kesik kulaklar. İki numara uç takılmış Zaza tıraş makinesi kafanıza yaklaşacak. Artık saçlarınızı kurtarmak ikna gücünüze (money money) kalacak. Ya dımdızlak çıkacaksınız, ya da “kökü bende” bahanesine sığınılacak.

Oradan götürüp urbalarınızı değiştirecekler… Hücreye tıkarken sırtınıza bir fiske, ardınıza bir tekme atılmış… Eh o kadar da olacak.

Prangalar, şangırdayan demir kapı, sürgü efekti bunlar bilabedel, firmamızdan… Lakin lağım faresi de isterseniz ücrete tabi. Onlar ekstra.

Müdür Bey “maruzatta” iyi halinizi göz önünde bulunduracak, koğuşa çıkmanıza razı olacak. 940’lardan kalma Remington takırdayacak, evraklar kül renkli bir dosya ile koltuğunuza sıkıştırılacak. Koğuşta işi piskopata bağlamış oyuncular olacak, hiç yoktan vukuat çıkaracak, misal gözünüzün önünde adam bıçaklanacak. (Ucu kabzanın içine kayan hususi hançerler var).

Kimseye itiraz etmeyeceksiniz. Biri ayakkabımı boya diyorsa boyayacak, çay isteyene “baş üstüne ağam” diyeceksiniz “derhal.”

Belki de âlemde namınız yürüyecek Tatar Ramazan bile gelip önünüzde diz kıracak.

Bu arada ürkütücü hikayeler anlatılacak, yok uyurken birinin burnunu sıkmışlar da adam ağzını açınca boğazına kızgın yağ dökmüşler filan… Yaaa.

Eğer göze alabilirseniz manyeto ile elektrik şoku da verebiliriz. Küçük voltajlar canım… Parmak uçlarınızdan!

ADRENALİNİZ NASIL OLSUN?

Gece projektörler kesik kesik camınızı aydınlatacak, sirenler zamansız çalacak. Seherin bir vakti “tutun ula” naraları koparılacak, mavzerler patlayacak.

Sabah kapınız tekmelenecek, gardiyan elindeki değneği parmaklıklara vuracak. “Kahvaltıya” diye haykıracak “hadi koçum, sallanma!”

Önünüze çay simit, beyaz peynir hadi bilemedin yaz helvası konacak. Peçete yerine gazete kağıdı…Aslında bal, kaymak, omlet, mısır gevreği, bitkisel çaylar, nescafe ve zarı alınmış greyfurt da verebiliriz ama takdir edersiniz ki racona ters, mevzuya uymaz.

Çaylar tavşan kanı olacak, dudaklar buruşacak, yürekler kanayacak. Getir çaycı ilaç kokulu çaydan… Dakika düşelim senelik paydan…

 

ÇALIŞMAYANA TAYIN YOK

Sigaraya kolay ulaşamayacaksınız, el altından birkaç dal bulabilen, kenefte tüttürebilecek ancak. Yakalanırsanız 100 şinav, astarı yüzünden pahalıya çıkacak.

Alkol ve uyuşturucu asla ve zinhar. Teklif bile edilemeyecek. Kaide sulandırılmayacak.

Kahvaltıdan sonra atölyeye kapatılacaksınız, isteyen boncuk işleyecek, isteyen tesbih dizecek, ağızlık mı yapmak istiyorsun, minyatür tekne mi, artık keyfinize kalacak.

Mola dendi mi ilk mektep talebeleri gibi itişe kakışa güneşe koşacaksınız. Volta atmak için sadece yarım saatlik bir dilim ayrılacak. Tesbihini unutanlar kantine indirilecek, karakterine en uygun parçayı (oltu taşı, kuka, kehribar) satın alacak. Duvarın öbür yanı deniz, deli dalgalar gelip surlara çarpacak. Mavi göklere, ak martılara bakakalacaksınız, balıkçı takalarının sesi avluda çınlayacak. Dışarıda güzelim sahil, içerisi zifiri zindan. Bu tenakuzu aklınız almayacak.

Eğer amirin gönlü olursa video da izleyebileceksiniz, cihazın tuşuna yalnız mesulü basacak ve sadece Gece Yarısı Ekspresi oynatılacak.

Detayları uzatabilirim ama tadında kalsın. Ayrılırken size “adı geçen şahıs Sinop Cezaevi’nde yatmış çıkmıştır” şeklinde bir tahliye tezkeresi sunulacak.

Kaşe, mühür, damga pulu ve ıslak imza…

Bence çerçeveletip duvara asın, karşınızdakiler kiminle muhatap olduklarını anlasın, ayaklarını denk alsınlar…

Ben tutacağını umuyorum. Hatta yurtdışından akın olursa şaşma.

Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat…

 

Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş Karanlığında nur, yeniden doğuş…

 

Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

 

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil Sayım var, maltada hizaya dizil!

 

Duvar, katil duvar yolumu biçtin Kanla dolu sünger… Beynimi içtin

 

 

Firar etmek iMKÂNSIZ!

 

Başka cezaevlerinde bıçağının bileylenip bileylenmediğini anlamak için adam doğrayan azılılar buraya geldi mi kuzu olurlar. Sinop Cezaevi’nde çete kurmak, ağalık yapmak ne mümkün. Devlet vurdu mu oturtur, ümüğünüzü sıkar valla.

Deniz seviyesinin altındaki mahzenler kan terler, adamı üç günde çürütüp çıkarırlar ıskartaya. Şimdiye kadar sadece üç firar teşebbüsü olur. Mahkûmlardan biri ayakkabısının tabanına sakladığı eğe ile parmaklıkları kesip denize atlar. Günlerce dağlarda bayırlarda dolanır, bir gece ekmek istemek için taaa Ayancık’ta kapı çalar. Şansa bakın onda da polis çıkar karşısına.

Bir diğer mahpus lağım yolunu dener, öldü mü kaldı mı bilmiyoruz, sırra kadem basar. Aynı hattı kullanan arkadaşı ise, mazgal ardında sıkışıp kalır, kuburdan cesedi çıkar.

Böylesine berbat bir mahpushaneye sahip olmasına rağmen Sinop’ta suç oranı sıfıra yakındır. Onlar da havaya silah sıkma, kız kaçırma gibi sıradan vakalar…

 

İrfan ÖZFATURA


Tarihenotdus | Tarih, Kültür ve Medeniyetler sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın